13 Nisan 2010 Salı

Serseri Mayınlar Üzerine...

SERSERİ MAYINLAR ÜZERİNE…

Geçen haftalarda seyrettiğim bu filmin oldukça fazla Psikolojik boyutu var… Bu boyutların en önde geleni de kendimize ve başkalarına gerçek olmak ve gerçeklerle baş etmekle ilgili…

Önce aile içinde kendimiz olabilmek ve olamamak… Sonunda karar verdiğimizde ise ilişkilerin bitmesini riske etmek… bir hayli cesaret gerektiriyor kesinlikle. Filmde de “eşcinsellik”ti gerçek olan. Mesele gerçekle baş etmek değildi, gerçeği ifade edebilmekti. İfade ettikten sonra aynı aile olamadı hiçbir zaman… Baba asla kabul edemedi gerçeği ve oğlan evden ayrılmak zorunda kaldı.
Bir başka gerçek büyükannenin yıllarca aileden bir başkasını sevip bunu saklayarak yıllarını geçirmiş olmasıydı. Belki de bu yüzden şeker hastalığına yakalanmıştı. Biliyoruz ki şeker hastalığı sevgili Louise Hay’e göre “Keşke…” duygusundan kaynaklanır. Keşke şöyle olsaydı diye yaşamaktan…
İlişkilerde gerçeklerle yüzleşmek bazen o gerçeklerle yaşamak kadar zor. Gizlemek, ifade etmemek, onu üzerinde örtülü tutarak yaşamak çok daha kolay.

Bu durumu birçok filmde, günlük yaşamda, iş hayatında ve tüm sosyal ilişkilerde görmekteyiz. Gerçekleri önce kendimizden daha sonra başkalarından saklamak hasta eder ruhumuzu… sonra da bedenimizi. Sonuç olarak ruh hastalandığında bir süre sonra yeteri kadar negatif enerji biriktiğinde beden de bir şekilde hastalanır. Peki o zaman ne yapmak gerekiyor? Gerçekle barışmak eğer çok zorsa…

Mesele şimdi zor görünene aldanarak savunma mekanizmaları geliştirmek yerine devam etmek… Gerçeği geçmişte, şimdide ve gelecekte kucaklayabilecek cesareti, konforun ve alışılmışın dışına çıkmayı uygulayarak gösterebilmek…
İşte o noktada hastalık yok olur, serseri mayınlar da sizi bulmaz…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder